Yağmura neden ‘rahmet’ denilir?

Yağmura “rahmet” deniliyor. Çünkü, çok âsâr-ı rahmet ve faydaları tazammun ettiğinden, güyâ yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre geliyor.

Yağmura neden ‘rahmet’ denilir?

Yağmuru zâhiren intâc eden esbâb, hayvanâtı düşünüp, onlara acıyıp, merhamet etmekten ne kadar uzak olduğu mâlûmdur. Demek, hayvanâtı halk eden ve rızıklarını taahhüd eden bir Hâlık-ı Rahîmin hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hattâ, yağmura “rahmet” deniliyor. Çünkü, çok âsâr-ı rahmet ve faydaları tazammun ettiğinden, güyâ yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre geliyor.
Sözler, s. 621
* * *
Yağmurun vakt-i nüzulü bir kaideye merbut olmadığı için, doğrudan doğruya meşiet-i hassa-i İlâhiye ile bağlı ve hazine-i rahmetten hususî iradeye tâbi olduğunun bir sırr-ı hikmeti şudur ki:
Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet vücut, hayat, nur, rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlâhiye ve meşiet-i hassa-i İlâhiyeye bakar. Sair masnuâtta zâhirî esbab kudretin tasarrufâtına perde oluyorlar. Ve muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete hicap oluyor. Fakat vücut, hayat, nur ve rahmette o perdeler konulmamış. Çünkü perdelerin sırr-ı hikmeti o işte cereyan etmiyor.
Madem vücutta en mühim hakikat rahmet ve hayattır. Yağmur, hayata menşe ve medar-ı rahmet, belki ayn-ı rahmettir. Elbette vesâit perde olmayacak, kaide ve yeknesaklık dahi meşiet-i hassa-i İlâhiyeyi setretmeyecek. Tâ ki, her vakit, herkes, herşeyde şükür ve ubudiyete ve sual ve duâya mecbur olsun. Eğer bir kaide dahilinde olsaydı, o kaideye güvenip, şükür ve rica kapısı kapanırdı.
Güneşin tulûunda ne kadar menfaatler olduğu malûmdur. Halbuki muttarid bir kaideye tâbi olduğundan, güneşin çıkması için duâ edilmiyor ve çıkmasına dair şükür yapılmıyor. Ve ilm-i beşerî, o kaidenin yoluyla yarın güneşin çıkacağını bildiği için, gaipten sayılmıyor. Fakat yağmurun cüz’iyâtı bir kaideye tâbi olmadığı için, her vakit insanlar rica ve duâ ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya mecbur oluyorlar. Ve ilm-i beşerî vakt-i nüzulünü tayin edemediği için, sırf hazine-i rahmetten bir nimet-i hassa telâkki edip hakikî şükrediyorlar. İşte bu âyet, bu nokta-i nazardan yağmurun vakt-i nüzulünü Mugayyebât-ı Hamseye ithal ediyor.
Rasathanelerdeki âletle bir yağmurun mukaddemâtını hissedip vaktini tayin etmek, gaibi bilmek değil, belki gaipten çıkıp âlem-i şehadete takarrubu vaktinde bazı mukaddemâtına ıttıla suretinde bilmektir. Nasıl en hafî umur-u gaybiye vukua geldikte, veyahut vukua yakın olduktan sonra, hiss-i kablelvukuun bir nev’iyle bilinir. O gaybı bilmek değil, belki o, mevcudu veya mukarrebü’l-vücudu bilmektir. Hattâ ben kendi âsâbımda bir hassasiyet cihetiyle, yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru bazen hissediyorum. Demek yağmurun mukaddemâtı, mebâdileri var. O mebâdiler, rutubet nevinden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hâl, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gaipten çıkıp daha şehadete girmeyen umura vusule bir vesile olur. Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hassa ile rahmet-i hassadan çıkmayan yağmurun vakt-i nüzulünü bilmek, ilm-i Allâmü’l-Guyûba mahsustur.
Lem’alar, s. 162, (yeni tanzim, s. 280)

LÛ­GAT­ÇE:

intâc: Netice verme.
esbâb: Sebepler.
âsâr-ı rahmet: Rahmet eserleri.

tazammun: İçinde bulundurma, içine alma.
tecessüm: Cisimleşme, maddeleşme.
takattur: Damlama, damla damla akma.
vakt-i nüzul: Yağma, inme, gelme vakti.
merbut: Bağlı. Rabtedilmiş.
meşiet-i hassa-i İlâhiye: Allah’a ait, O’na mahsus meşiet, dilek, arzu ve işler.
muttarid: Devamlı, kesintisiz.
mugayyebât-ı hamse: Beş bilinmeyen gaybî şeyler. (Kıyametin vakti, yağmurun yağma vakti, ana rahmindeki çocuğum mâhiyeti, insanın yarın ne olacağı/kazanacağı, insanın nerede öleceği.)
takarrub: Yaklaşma.
ıttıla: Haberdar olma, bilgi sahibi olma.
hafî: Gizli.
umur-u gaybiye: Gaybî işler, Allah ve Onun bildirdiği kişiler dışında hiç kimsenin bilmediği işler.
hiss-i kablelvuku: Bir şeyi vukuundan önce hissetmek.
mukarrebü’l-vücud: Vücuda gelmeye yakınlık.