Üç aylar mânevî havayı safileştiriyor

Şuhur-u selâse ve muharremede âlem-i İslâmın mânevî havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor.

Üç aylar mânevî havayı safileştiriyorİkinci cihet: Nasıl ki çok mübarek ve kudsî, büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümit edilmediği bir tarzda, iltifatkârâne, bir kapta, bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse, elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karşı hediyenin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan o hediyeyle gösterilen iltifatına karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zâtın o hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hatta o hediye içindeki cevizlerin sert kabuklarını da teberrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabını mübarek bir kitap gibi öpse ve başına koysa, israf olmadığı gibi; aynen öyle de, Risâle-i Nur yüzünde irade-i âmme, inayet-i hâssa, iltifatını tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair tafsilât, tasvirat, fiilî teşekkürâtın bir nev’idir ve sevincin ve minnettarlığın heyecanlı tereşşuhatıdır.
Kusura bakılmaz. Evet, böyle bir zâtın iltifatını gösteren maddî kırk para ihsanına karşı kırk bin teşekkür edilse israf değil.
İkinci mesele: Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risâle-i Nur talebelerinde şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhan bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:
Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor; mânevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede âlem-i İslâmın mânevî havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder. Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o ahiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi, dünya sergisi açılmaya başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o mânevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.
Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risâle-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse, kudsî vazife itibarıyla daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünkü başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeye sebeptir. Zira, gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.
Kastamonu Lâhikası, s. 77

LÛ­GAT­ÇE:

iltifatkârâne: İltifat edercesine.
ifrat: Aşırı.
teberrük: Mübarek veya uğurlu kabul etme.
irade-i âmme: Umumî irade.
inayet-i hâssa: Özel yardım, özel himaye.
tevafuk: Uyma, uygun gelme.

tafsilât: Tafsiller, açıklamalar.
tasvirat: Tasvirler, resmini yapmalar.
tereşşuhat: Damlamalar, sızıntılar.
şuhur-u muharreme: Savaşmanın haram olduğu mübarek aylar; Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep.
vâzıhan: Açık olarak, açıkça.
istidad: Kabiliyet.
şuhur-u selâse: Üç aylar; Recep, Şaban, Ramazan.
teveccüh: Yönelme, yöneliş.
tenvir: Nurlandırma, aydınlatma.
tesmim: Zehirleme.
buharat-ı müzahrefe: Pis ve zararlı gazlar.
meşher: Teşhir, sergi yeri.
fütur: Zayıflık, gevşeklik, bezginlik, usanma.