Mânidardır ki, Âyetü’l-Kübrâ ve Risâle-i Nur’un ekser hakikatleri, Ramazan’da ve tesbihâtında zuhuru gibi, bu Hülâsatü’l-Hülâsa, aynen Ramazan’da ve tesbihatta zuhur etti.
Risâle-i Nur’un bir hülâsası olan Âyetü’l-Kübra ve Hizb-i Nuriyenin bir Hülâsatü’l-Hülâsası hükmünde otuz üç kelime-i tevhidin namaz tesbihatındaki eskiden beri okuduğum ve Risâle-i Nur’un ekser hakikatleri namaz tesbihatında inkişaf etmesiyle hayalim fazla tevessü ederek, o otuz üç kelime-i tevhid, herbirisini kâinatın bir tabaka-i mahlûkatının lisan-ı hâliyle söylediği o kelimeyi ben o lisan ile söylüyorum gibi, o küllî lisan-ı hâl, benim cüz’î lisan-ı kâlimin aynı olur. Ben, kemal-i zevkle okuyorum. Size de sûretini gönderiyorum.
Benim şüphem kalmadı ki: ...”Tefekküri sâatin...” (Bir saatlik tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır) sırrını taşıyan Hizb-i Nuriyenin on beş dakika zarfında bu Hülâsatü’l-Hülâsası dahi aynı sırrı taşıyor. Arabî bilmeyenler, Âyetü’l-Kübrâ’nın mertebelerini güzelce anlasalar, bu Arabî parça tam anlaşılır. Arabî bilmeyen, birkaç defa ikisine baksa, tam anlayacak. Bunu ben yirmi dört saatte bir defa ya sabah namazının tesbihatında veya başka vakitte, en ziyade usandığım ve sıkıntı zamanında okuyorum. Bana ulvî bir inşirah verir, usancı izâle eder. Âyetü’l-Kübrâ ve Hizb-i Nuriyenin ahirinde yazılsa, münasip olur. Manidardır ki, Âyetü’l-Kübrâ ve Risâle-i Nur’un ekser hakikatleri, Ramazan’da ve tesbihatında zuhuru gibi, bu Hülâsatü’l-Hülâsa, aynen Ramazan’da ve tesbihatta zuhur etti.
Salisen: Bugünlerde haber aldım ki, Heyet-i Vekile, benim nüfusumu Kastamonu’dan alıp Emirdağına nakletmeye karar vermişler. Anlaşılıyor ki, Risâle-i Nur’a ve talebelerine ilişmeye bahane bulamıyorlar, yalnız ehemmiyetsiz şahsıma ehemmiyet veriyorlar, kayıtlar altına alıyorlar.
Ben de size bütün kuvvetimle temin ediyorum ki, ben ruh u canımla, onların, Risâle-i Nur ve talebelerine ilişmeye bedel bana ilişmelerini iftiharla kabul ediyorum. Güya başka yerlerde birden bana iltihak ediyorlar ve men’ine çare bulamıyorlar, fakat burada tam çare bulmuşlar zannedip böyle muamele oluyor. Siz hiç müteessir olmayınız. Benim bu vaziyetim, Risâle-i Nur şakirtlerinin fütuhatlarına bir vesiledir. İnayet-i merhamet-i İlâhiye, hakkımda ehl-i dünyanın haksızlıklarını büyük bir hayra çevirecek kanaatindeyim. Zaten mesleğimizde zaman, mekân sohbetimize mani olamaz. Şarkta, garpta, hatta ahirette, berzahta olsa da beraberiz. Meselâ, berzahta Hafız Ali (r.h.) hergün mânen yanımızdadır. Bu hakikate binaen, sûrî ayrılmaya, hatta ölüme ehemmiyet vermemeliyiz.
Emirdağ Lâhikası, s. 173
***
Kardeşlerim, Âyetü’l-Kübrâ Ramazan’da zuhur ettiği gibi, zannımca Ramazan’da da matbaadan çıktığını, Isparta’ya geldiğini ve Ramazan’da serbestiyetle okunması ve camilere okutmak için girmesi gibi, bu Ramazan-ı Şerifte Âyetü’l-Kübra’dan çıkan ve bir saat tefekkür bir sene ibadet mânâsını taşıyan Hizb-i Nuriye Âyetü’l-Kübra’dan çıktığı misilli, bizim tesbihatımızda otuzüç defa “Lâilâheillallah” Âyetü’l-Kübra’nın berekâtı ve feyziyle on dakikada aynı hakikat-ı tevhidi veren iki sayfa kadar Ramazan’ın nuruyla kalbe ihtar edildi.
Emirdağ Lâhikası, s. 117
LÛGATÇE:
inkişaf: Açılma, yayılma.
tevessü: Genişleme.
tabaka-i mahlûkat: Mahlûkat tabakası.
lisan-ı hâl: Hâl dili.
lisan-ı kâl: Konuşma, anlatma dili.
inşirah: Gönül rahatlığı.
zuhur: Ortaya çıkma, meydana çıkma.
Hizb-i Nuriye: Nura ait hizb, duâ mecmuası.
Hülâsatü’l-Hülâsa: Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Âyetü’l-Kübrâ’nın Birinci Makamının ayrı ve nurânî diğer bir tarzı...”
fütuhat: Fetihler, zaferler; İlâhî feyizler.
inayet-i merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhamet ve yardımı.
sûrî: Görünüşte; hakîki, ciddî olmayan.
berekât: Bereketler.
hakikat-ı tevhid: Tevhid hakikatı.