Risale-i Nur küllî bir tahribatı tamir ediyor

Risâle-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor.

Risale-i Nur küllî bir tahribatı tamir ediyor

Bugünlerde manevî bir muhaverede bir suâl ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim.

Biri dedi:
“Risâle-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derecede hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?”

Ona cevaben dediler:
“Risâle-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bâhusus avâm-ı müminînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur’an’ın i’câzıyla o geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.

“Elbette böyle küllî ve dehşetli rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyânın i’câz-ı manevisinden çıkan Risâle-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyât ve inkişafâta medardır” diyerek uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum.
Kastamonu Lâhikası, s. 28-29

***
Hazret-i Hasan Radıyallahü Anhın altı aylık hilâfeti ile beraber, Risâle-i Nur’un, Cevşenü’l-Kebîr’den ve Celcelûtiye’den aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-ı îmâniye noktasında Hazret-i Hasan Radıyallahü Anhın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek, tam beşinci halîfe nazarıyla bakabiliriz. Çünkü adâlet-i hakîkiye ile bu asırda insanları mesud edebilir bir istidatta bulunan Risâle-i Nur’dur ve onun şahs-ı mânevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anhın bir muâvini, bir mütemmimi, bir mânevî veledi hükmündedir.
Emirdağ Lâhikası, s. 65

LÛ­GAT­ÇE:

muhavere: sohbet.
tahşidat: yığmalar, bir şeyin üzerinde fazla durmalar.
küllî: büyük, geniş.
muhit: herşeyi kuşatan.
teraküm: birikme, yığılma.
müfsid: karıştırıcı, bozucu.
rahnelenmek: yaralanmak.
efkâr-ı âmme: kamuoyu, genelin fikri.
bâhusus: özellikle.
avâm-ı müminîn: müminlerin geniş halk tabakası.
istinadgâh: dayanak yeri.