Gündelik hayatın hay huyları arasında zaman seli akıp giderken bizden de bir şeyleri alıp gittiğinin farkına çok geç varıyoruz.
Okumakta olduğumuz kırmızı ciltli kitaplar onca zulme, onca hücum ve tazyikata, maddî yokluklara rağmen telif edilmiş ve hiçbir zaman inhirâf edilmemiştir.
Telifatı sırasında ve akabinde tüm olumsuzluklara rağmen tatile uğramamış ve günümüze kadar gelmiştir. Onda ayrı bir sıdk, sadakat, sebat ve metanet vardır. Onu yolundan ne dünyevi meşgaleler alabilmiş ne de tehditler yıldırabilmiştir. Bilhassa içtimâî hayatın bir düsturu olan garazkârane tarafgirlikler onda yol bulamamıştır. O bizden İbrahim (as) ve İsmail (as)’ın sadakatini istiyor. “Emr olunduğun şeyi yap!” Risale-i Nur da bizden bu sadakati beklemektedir. Savrulmaları değil, bölünmeleri değil; uhuvveti sebatı sıdkı istiyor bizden. Nurların neşrinde sebat ve devam ve ihlâsı istiyor.
Bizler hak bildiğimiz yolda yani Nur hizmetinde demir gibi sebat ettiğimiz takdirde ehl-i dünya ve elinde topuz tutan ehl-i siyaset bize hiçbir zarar veremezler. Hem bizler Nurlara daha ziyâde sarılarak, harâret ve iştiyâkımız daha fazla ziyâdeleşerek, Nurları sebat ve sadâkatle okumuş olacağız.
1935-36 yıllarında Nur talebelerine yapılan taarruzu Üstad izah ederken şöyle diyor:
“..yalnız ehemmiyetli bir plânla, ayrı bir cephede, mütemerrid münafıklar tarafından bir hücum var. Çok ihtiyat ve dikkat ve sebat ve tesanüt lazımdır ki, ta onların bu plânı da akim kalsın. Plân da budur: Risale-i Nur talebeleri içinde tesanüdü bozmak.
“On sekiz seneden beri hakkımızda programları, has talebeleri bizden kaçırmak, soğutmak idi. Bu plânları akim kaldı. Şimdi tesanüdü bozmak ve bazı menfaatperest, fakat ehl-i ilim ve ehl-i dinden, Risale-i Nur’un cereyanına karşı rakip çıkarmak suretiyle intişarına zarar vermeye çalışıyorlar.” (Kastamonu Lahikası, s. 182.)
Günümüzde ise sıkıntı bünye içerisinden ve ehl-i siyaset noktasında çıkmaktadır. Peki bu durumlarda nasıl hareket edeceğiz ki bu vartadan kurtulalım? Çare yine eserlerde gösterilmiş. Bir kere tam bir sadakat ve metanetle Risale-i Nur’daki başta iman hakikatleri olmak üzere siyasî ve içtimaî hakikatlere, meşverete sarsılmadan bağlanmaktır. “‘Dikkat ediniz, sebat ediniz! Münafıklar, taarruz plânı çeviriyorlar’ diye bizi ihtiyata sevk ediyor, ‘Hem bir halt edemezler’” diye ikazını yapıyordu Üstadımız. (Kastamonu Lahikası, s. 91.)
O günkü münafıklar bugün farklı bir perde arkasında oyunlarına devam ediyorlar.
“Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.
“Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, halis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lazım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.” (Kastamonu Lahikası, s. 74)
“Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkâr şakirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, şakirtlerinden tam ve halis bir sadakat ve daimi ve sarsılmaz bir sebatı ister” bizlerden. (Kastamonu Lahikası, s. 88)
“Hem, yirmi senedenberi tahribkârâne eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki, ondan, belki de yirmiden birisine itimat edilmez. Bu acip hâlâta karşı çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiye lazımdır; yoksa akim kalır, zarar verir. Demek en halis ve en selametli ve en mühim ve en muvaffakiyetli hizmet Risale-i Nur şakirtlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir.” (Kastamonu Lahikası, s. 62)
“İslâmiyet düşmanlarının yaptıkları taarruz ve hilâf-ı hakîkat menfî propagandalarına mukabil üniversite Nur talebelerinin bir açıklaması”nda da belirtildiği üzere; bizim meşguliyetimiz, “Sadece îman ve İslâmiyettir. İşte o gizli din düşmanlarının taarruzları karşısında Nur Talebeleri Risâle-i Nur’daki tahkîkî îman derslerinin verdiği îman kuvvetiyle, metîn, salâbetli ve mağlûp edilmez bir hizbü’l-Kur’ân ve fethedilmez bir kal’a halindedirler. Din düşmanları tarafından hücumlar oldukça, Nur Talebelerinin Risâle-i Nur’a ve Üstadlarına olan sadâkat ve sebat ve faaliyetleri ziyâdeleşir, perçinleşir.” (Tarihçe-i Hayat, s. 597)
“Vazifemiz, ihlâs ile ve sebat ve tesanüdle ve mümkün olduğu kadar ihtiyatla, ‘sırren tenevveret’ irşad-ı Alevîyi fiilen tasdik etmek, ona göre hareket etmektir. Yoksa, muarızlara mukabele etmek ve onların hücumundan telaş etmek değil. Muvaffakiyet ve fütuhat-ı Nuriye ve revaç ile intişarı ise, vazife-i İlâhiyedir. Vazifemizi yapıp, vazife-i İlâhiyeye karışmamak gerektir diye hem bana, hem sizin bedelinize teselli buldum.” (Emirdağ Lahikası, s. 185)
“..Bu fikir benim zihnimi kurcaladığı bir zamanda, iki üç sadık arkadaşlarım vardı. Onları şeytan-ı insînin desiselerine kapılmamak için pek çok defa ihtar ve ikaz ediyordum. ‘Bizi itham ediyorsun’ diye gücenmiyorlardı. Fakat ben kalben diyordum ki: ‘Bu mütemâdiyen ihtarlarımla bunları gücendiriyorum, sadakatsizlikle ve sebatsızlıkla itham ediyorum.’
“… İşte, ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ve cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın muhkemat kalesine gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul.” (Lem’alar, s. 81)
“Evet, mesleğimizde, ihlâs-ı tammeden sonra en büyük esas, sebat ve metanettir. Ve o metanet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuat var ki, öyleler, herbiri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş âdi bir adam ve yirmi otuz yaşında iken, altmış yetmiş yaşındaki velîlere tefevvuk etmişler var.” (Kastamonu Lahikası, s. 192)
“Madem bu zamanda, herşeyin fevkinde hizmet-i imaniye bir kudsî vazifedir. Hem kemiyet, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır. Hem muvakkat ve mütehavvil siyaset daireleri, ebedi, daimi, sabit hizmet-i imaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olmaz. Risale-i Nur’un talimatı dairesinde bize bahşettiği feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddimden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ile müfritane ali makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlâs lazımdır; onda terakki etmeliyiz.” (Emirdağ Lahikası, s. 66)
“Acaba, dünyevî ve millî bir maksat için çok zatlar enâniyeti terk edip, firavun-meşrep bir adamın kemâl-i sadakatle etrafına toplanıp, şiddetli bir tesanüdle iş gördükleri hâlde, acaba bu kardeşiniz, hakikat-i Kur’âniye ve hakaik-i imaniye etrafında, kendi enâniyetini setretmekle beraber, o dünyevî komitenin onbaşıları gibi terk-i enâniyetle hakaik-i Kur’âniye etrafında bir tesanüdü sizden istemeye hakkı yok mudur? Sizin en büyük âlimleriniz de ona “Lebbeyk” dememesinde haksız değil midirler?” (Mektubat, s. 413)
Hem Risale-i Nur’a muhtaç ve imanını kuvvetlendirmek ve kurtarmak için Nurları arayanlara karşı bünyede meydana gelebilecek arızalar o muhtaçların geri çekilmesine sebep olabileceğinden yarın mahşer yerinde toplanıldığında o muhtaçlar şöyle bir şekvada bulunurlarsa “Ya Rabbi (cc), Senin falan falan ibadın asrımızın imamının eserleri etrafında toplandılar, aralarında filan filan meselelerde nur risalesine sadık kalmadılar, parçalandılar, aralarındaki müfritane irtibatı kopardılar, meşveretlerine sebat etmediler, asrın imamının işaret ettiğinin aksine hareket ettiler, Nurlara pranga vurdurdular ve bizim de o davayı tanımamıza mani oldular, imanızın kurtulmasına mani oldular…” deyiverirlerse işte o zaman halimiz nice olur? Gelin ey kardeşler, siyasiyyunların desiseleri bizi aldatmasın artık!