Rahmân’ın istediği en mühim iş şükürdür

Hâlık-ı Rahmân’ın, ibâdından istediği en mühim iş şükürdür. Furkan-ı Hakîm’de gayet ehemmiyetle şükre dâvet eder. Ve şükür etmemekliği, nimetleri tekzip ve inkâr sûretinde gösterir...

Rahmân’ın istediği en mühim iş şükürdür

Beşinci Risale Olan Beşinci Mesele

Şükür Risâlesi

“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile tesbih etmesin.”

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan tekrar ile;

“Hâlâ şükretmezler mi?” (Yâsin Sûresi, 36:35, 73.)

“Şükredenleri elbette mükâfatlandıracağız.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:145.)

“Şükrederseniz nimetimi elbette arttırırım.” (İbrahim Sûresi, 14:7.)

“Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.”

(Zümer Sûresi, 39:66.)

gibi âyetlerle gösteriyor ki, Hâlık-ı Rahmân’ın, ibâdından istediği en mühim iş şükürdür. Furkan-ı Hakîm’de gayet ehemmiyetle şükre dâvet eder. Ve şükür etmemekliği, nimetleri tekzip ve inkâr sûretinde gösterip, “Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?” (Rahmân Sûresi, 55:13.) fermanıyla, Sûre-i Rahmân’da şiddetli ve dehşetli bir surette otuz bir defa şu âyetle tehdit ediyor, şükürsüzlüğün bir tekzip ve inkâr olduğunu gösteriyor.

Evet, Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor. Öyle de, Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür. Çünkü, kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intâc edecek bir surette, herbir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsı şükürdür.

Çünkü, hilkat-i âlemde görüyoruz ki, mevcudat-ı âlem bir daire tarzında teşkil edilip, içinde nokta-i merkeziye olarak hayat hâlk edilmiş. Bütün mevcudat hayata bakar, hayata hizmet eder, hayatın levâzımatını yetiştirir. Demek, kâinatı hâlk eden Zat, ondan o hayatı intihap ediyor.

Sonra görüyoruz ki, zîhayat âlemlerini bir daire suretinde icad edip, insanı nokta-i merkeziyede bırakıyor. Adeta, zîhayatlardan maksud olan gayeler onda temerküz ediyor; bütün zîhayatı onun etrafına toplayıp ona hizmetkâr ve musahhar ediyor, onu onlara hâkim ediyor. Demek, Hâlık-ı Zülcelâl, zîhayatlar içinde insanı intihap ediyor, âlemde onu irade ve ihtiyar ediyor.

Sonra görüyoruz ki, âlem-i insaniyet de, belki hayvan âlemi de bir daire hükmünde teşkil olunuyor ve nokta-i merkeziyede rızık vazedilmiş. Bütün nev-i insanı ve hattâ hayvânâtı rızka adeta taaşşuk ettirip, onları umumen rızka hâdim ve musahhar etmiş. Onlara hükmeden rızıktır. Rızkı da o kadar geniş ve zengin bir hazine yapmış ki, hadsiz nimetleri câmidir. Hattâ rızkın çok envâından yalnız bir nevinin tatlarını tanımak için, lisanda kuvve-i zâika namında bir cihazla mat’ûmat adedince mânevî, ince ince mizancıklar konulmuştur. Demek, kâinat içinde en acip, en zengin, en garip, en şirin, en câmi, en bedî hakikat rızıktadır.

Mektûbât, 28. Mektub, s. 609

LÛ­GAT­ÇE:

ibâd: Kullar.

Furkan-ı Hakîm: Hak ile batılı birbirinden fark ettiren Kur’ân.

netice-i hilkat: Yaratılış neticesi.

Kur’ân-ı kebîr: Büyük Kur’ân.

netice-i hilkat-i âlem: Âlemin yaratılış neticesi.

intâc: Netice verme.

şecere-i hilkat: Yaratılış ağacı.

taaşşuk: Aşık olmak.

kuvve-i zâika: Tat alma duyusu, dil.

mat’ûmat: Yiyecekler.