Her mü'minin namazı, onun bir nevî mi'racı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise Mi'rac-ı Ekber-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’da söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsî sohbet tahattur edilir.
Birinci Suâl: Teşehhüdün mübarek kelimâtı, Mi'rac Gecesinde Cenâb-ı Hak ile Resûlü’nün bir mükâlemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir?
Elcevap: Her mü'minin namazı, onun bir nevî mi'racı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise Mi'rac-ı Ekber-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’da söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin mânâları cüz'iyetten külliyete çıkar ve o kudsî ve ihâtalı mânâlar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâlî edip genişlenir.
Meselâ: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenâb-ı Hakk’a karşı selâm yerinde "Et-tahiyyâtü lillâhi" demiş. Yani, "Bütün zîhayatların, hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sânilerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim, sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum."
Evet, nasıl ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm "Et-tahiyyâtü" kelimesiyle bütün zîhayatın ibâdât-ı fıtrîyelerini niyet edip takdim ediyor. Öyle de, tahiyyatın hülâsası olan "el-mübârekâtu" kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekâllah dediren ve mübarek denilen ve hayatın ve zîhayatın hülâsası olan mahlûklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mânâ ile söylüyor.
Ve mübarekâtın hülâsası olan "es-salâvâtü" kelimesiyle de, zîhayatın hülâsası olan bütün zîruhun ibâdât-ı mahsusalarını tasavvur edip dergâh-ı İlâhîye o ihâtalı mânasıyla arz ediyor.
Ve "ve't-tayyibâtu" kelimesiyle de, zîruhun hülâsaları olan kâmil insanların ve melâike-i mukarrebînin, salâvatın hülâsası olan "tayyibâtu" ile nuranî ve yüksek ibadetlerini irade ederek Mâbuduna tahsis ve takdim eder.
Hem nasıl ki o gecede Cenâb-ı Hak tarafından "Es-selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü" demesi, istikbâlde yüzer milyon insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on defa "Es-selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü" demelerini âmirâne iş'ar eder ve o selâm-ı İlâhî, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mânâ verir. Öyle de, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, o selâma mukabil "Es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillahi's-sâlihîn" demesi istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri, selâm-ı İlâhîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumî bir şiarı olan mü'minler ortasındaki "Es-selâmü aleyke, ve aleyke's-selâm" umum ümmet demesini râciyâne, dâîyâne Hâlıkından istediğini ifade ve ihtar eder.
Ve o sohbette hissedâr olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i İlâhî ile o gece "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammede'r-rasûlullah" demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirâne haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin mânâları parlar, genişlenir.
Şuâlar, Altıncı Şuâ
LÛGATÇE:
tahattur: Akla gelmek, hatırlamak.
teşehhüd: Namazdaki oturuşlarda 'tahiyyat'ın okunması.
iş'ar: Anlatmak, bildirmek.
râciyâne: Rica ederek, yalvararak.