Evet, garb uleması ve feylesofları itiraf ve ikrar etmişler ki:
"İslâmiyetin kanunları, yüksek bir tarzda âlemin ıslâhına kâfidir."
Râbian: Bilmüşâhede şu masnuâtta gayet güzel tahsînât, nihayet derecede süslü tezyinât vardır. Ve bilbedâhe şöyle tahsînât ve tezyinât, onların Sâniinde, gayet şiddetli bir irâde-i tahsin ve kasd-ı tezyin var olduğunu gösterir. Ve irâde-i tahsin ve tezyin ise, bizzarûre o Sâni'de, san'atına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsî bir muhabbet olduğunu gösterir. Ve masnuât içinde en câmi' ve letâif-i san'atı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve başka masnuâttaki güzellikleri deyip istihsan eden, bilbedâhe o san'atperver ve san'atını çok seven Sâniin nazarında en ziyâde mahbub, o olacaktır.
İşte masnuâtı yaldızlayan mezâyâ ve mehâsine ve mevcudâtı ışıklandıran letâif ve kemâlâta karşı, "Sübhanallah, Maşaallah, Allahü Ekber!" diyerek semâvâtı çınlattıran ve Kur'ân'ın nağamâtıyla kâinatı velveleye verdiren, istihsan ve takdir ile, tefekkür ve teşhir ile, zikir ve tevhid ile, berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşâhede o zâttır.
İşte böyle bir zât ki, "Essebebü ke'l-fâil" [Bir şeye sebep olan, onu işleyen gibidir] sırrınca, bütün ümmetin işlediği hasenâtın bir misli onun kefe-i mîzanında bulunan ve umum ümmetinin salâvâtı, onun mânevî kemâlâtına imdad veren ve risâletinde gördüğü vezâifin netâicini ve mânevî ücretleriyle beraber rahmet ve muhabbet-i İlâhiyenin nihayetsiz feyzine mazhar olan bir zât, elbette Mi'rac merdiveniyle Cennete, Sidretü'l-Müntehâya, Arş'a ve Kâb-ı Kavseyne kadar gitmek, aynı hak, nefs-i hakikat ve mahz-ı hikmettir. (Haşiye)
HAŞİYE: En mühim bir ceride-i İslâmiyede, umum âlem-i İslâma taalluk eden ve gayet ehemmiyetli siyasîlerden ve hayat-ı içtimâiye ile çok alâkadar olan umum hukukçulardan 1927 senesinde Avrupa'da toplanan bir kongrede mühim ecnebi feylesoflar, şeriat-ı Muhammediyeye (asm) dair bu aşağıda yazılan Arabî fıkranın aynını kendi lisanlarıyla söylemişler. O Arabî ceridenin naklettiği Arabî ifadeyi aynen yazıyoruz ve tercümesini de Arabî ifadenin altına ilâve ediyoruz. Nur Çeşmesi'nin âhirinde yazılan ecnebi feylesoflardan kırk üç tanesinin beyanatı, bu iki kahraman feylesofun beyanatıyla kırk beş tane şahid-i sadık oluyor."Fazilet odur ki; düşmanlar dahi onu tasdik etsin."
Arabî ceridenin beyanatı: (....)
Tercümesinin bir hülâsası:
Evet, garb uleması ve feylesofları itiraf ve ikrar etmişler ki: "İslâmiyetin kanunları, yüksek bir tarzda âlemin ıslâhına kâfidir."
Hem Külliyetü'l-Hukuk Kongresinin cemiyetinde, bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1927 senesinde onun reisi feylesof üstad Shebol demiş ki: "Muhammed'in (asm) beşeriyete intisabıyla bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki o zât, ümmî olmasıyla beraber, on üç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki; biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mes'ud, en saadetli oluruz."
İkincisi veyahut Nur Çeşmesi'nin âhirine ilâve edilenlerle kırk beşincisi olan Bernard Shaw demiş: “Dîn-i Muhammedî'nin (asm) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı temin etmesidir. Bana açılan budur ki: O din tek, yekta, emsalsiz bir din-i ferîd olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yani, ıslâh ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed'in (asm) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celb edebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: 'Muhammed (asm) insaniyetin halaskârıdır. Ve halaskârlık namı, ona verilmek lâzımdır."
Hem diyor: "Ben itikad ediyorum ki: Muhammed'in misli, yani sîretinde, tarzında bir adam şimdiki yeni âleme reis olsa, hükmetse; bu yeni âlemin müşkilâtını halledip, bu yeni karmakarışık âlemde müsalemet-i umumiyeye ve saadet-i hayatın husûlüne sebeb olacak. Evet, bu yeni âlemin müsalemet ve saadet-i hayatiyeye ne kadar şedid ihtiyacı var olduğunu herkes anlar."
Mektubat,
On Dokuzuncu Mektup, s. 362