Bediüzzaman ve Gülen hareketi nedir? Ne değildir?

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Cemaatlerin güç odaklarının psikolojik savaş stratejilerine malzeme olduklarını söyledi.

bediuzzaman uzerinden 'pisikolojik' savasTarhan yazısında Bediüzzaman üzerinden nasıl bir 'Pisikolojik' savaşın başlatıldığını yazdı.

İşte Prof. Dr. Nevzat Tarhan'ın o çarpıcı yazısı:

Bu savaşta nerede duruyoruz?

İki ihtimal var. Ya Türkiye’de akıl tutulması yaşanıyor ve cinnet halindeyiz ya da önemli kişi veya cemaatler güç odaklarının psikolojik savaş stratejilerine proje malzemesi oluyorlar.

Bir  Nur cemaati grubu diğer gruba komplo kuruyor iddiası çok korkunç. Gerçek neyse ortaya çıkmalı, kimse yargıdan kaçmamalı… Düşünmemiz gereken şey şu: Bediüzzaman’ın öğretisi bu mu? Bugün Bediüzzaman’ın takipçisi olduğunu söyleyen grupların çoğu ‘Gülen Hareketi’ ile arasındaki sınırları tam olarak çizmiş değil.

Risaleleri eleştirmek moda oldu

Abdülhamid’i eleştirdi diye Mehmet Akif ve Bediüzzamanı, kendisini kutsallaştırıyor diye Mevlâna ve Bediüzzaman’ı eleştirmek ne kadar gerçekçidir? Bu tutum hangi yaramızı tedavi edecek ve tutacak bir dal arayan sokaktaki insana ne kazandıracağını merak ediyorum.

İslamoğlu’nun çıkışı

Sayın Mustafa İslamoğlu’nun kendisi dışındaki grup ve cemaatlere hep  eleştirisel, sarkasdik yani müztehzi ve yukarıdan bakışı dikkati çekmekteydi. Ancak ilhamla vahyi eşit olarak ele alıp  ‘Bediüzzaman’ın vahiy aldığını iddia ettiğini’ öne sürmesi  anlaşılır değildi. İslamoğlu’nun böyle bir çarpıtma içerisinde olacağına gerçekten inanmakta zorlanıyorum. Sohbetlerinden faydalandığım ilim sahibi bir kimsenin bu açıklanamaz yaklaşımı  bir projenin varlığını yahut bilinmeden  yönlendirilmiş olması şüphesini de beraberinde getiriyor.

Bediüzzaman hakkında ÇAĞIN VİCDANI kitabını yazdığımda bana “Bediüzzamanın eleştirilebilir bir insan olduğunu gösterdiniz” diyen bir okuyucu olmuştu. Mûterizlerin, Bediüzzamanın takipçilerinin –O’nun arzu etmediği- kutsallaştırmayı yaptıklarını  eleştirmek haklarıdır ancak eserleri kendini kutsallaştırıyor diye yorumlamak en hafif  ifade ile su-i zandır.

“Sezgisel algı” yani ilham dediğimiz şey, ruh hâli duygusal derinliğe sahip olan herkeste olur. İlham Mimar Sinan’dan Mozart’a kadar, Necip Fazıl’dan İslamoğlu’nun sözlerinde hep yaşanır. Fark şuradadır. Kibirli olan ilhamın kaynağını kendisinde bilir . Mütevazi olan temellük etmez “Yapan yaptıran Allah’tır” der.

Bediüzzaman’ı incelerken ve ‘İhlas Risalesi’ni okurken o’nun bu yaklaşımda olduğunu  “Ben sadece ma’kes yani aynayım kaynak Kur’andır”  mealindeki sözlerini hep dikkatle izlemişimdir. ‘Bediüzzaman’ vurgulamasını Said Nursi’nin kendi egosu için değil eserlerine dikkat çekmek için yaptığını düşünmüşümdür. Bediüzzaman’ı kibir içinde görmek onu hiç tanımamanın ötesinde ona büyük bir iftira da atmaktır. Ancak egosu yüksek olan kişiler onu böyle okurlar ve anlayamazlar. Bunun için de yargılarlar. Sayın İslamoğlu’nun özür dileyecek fazilete sahip olduğunu düşündüğümü belirtmek isterim.

Gülen Hareketi

Fethullah Gülen hareketi ile Bediüzzaman Said Nursi’nin orjinal hareketi  arasında  sosyal davranış açısından şu 17 farkı tespit ettim.

Merkezi figür: Risale-i Nur (RN) Hareketi kitap merkezli, Gülen Hareketi ise şahıs merkezlidir.

Kutsallaştırma: Bediüzzaman kendisine Ulu kişi, kutsal kişi’ dedirtecek söylemlere şiddetle karşı çıkmış, şahsi keramet olarak anlaşılabilecek davranışlardan kaçınmış, kitaplarındaki tevafukla yetinmiştir. Mezarının bile gizli olmasını vasiyet etmiştir. Fethullah Gülen ise kendisinin yüksek manevi makamlardan ilahi mesajlar aldığını söyleyen takipçilerine sessiz kalarak bunu desteklemiş ve onaylamıştır. Takipçileri arasında yaygın olarak söylenen ‘Her Perşembe Hz. Peygamber’le görüştüğü’ iddiasını resmen yalanlamamıştır.

Müsbet hareket: Bediüzzaman kendisini idamla yargılayan savcının çocuğunu gördüğünde ona beddua etmekten vazgeçmiş, Gülen ise kamera önünde bedduaya başvurmuş ve bunun yayınlanmasına izin vermiştir.

Para ve hediye kabul etme: Bediüzzaman hiç hediye almamış, yaptığı hizmeti mali karşılığa tahvil etmemiştir. Ticaret yapmak isteyen talebelerine de şahısları adına ticaret yapmayı tavsiye etmiştir. Gülen Hareketi ise bankasından okullar ve dersanelerine kadar büyük bir sermaye grubu oluşturmuştur.

Metodolojisi: Başlangıcı Osmanlı dönemine dayanan Risale-i Nur Hareketi’nin üç ana ayağı mevcuttur.

      İman hakikatları ile ilgili kitapları ile temel eğitim,
        Lahika kitapları ile hizmette metodoloji eğitimi ve sosyal konularda rehberlik örnekleri,
        Müdafaalarla ilgili kitapları ile saldırılara savunma stratejilerini anlatır.

      Gülen Hareketi RN Hareketi içinde başlayarak Risale-i Nur eserlerinden faydalanmış  ancak 1970 li yıllarla birlikte hizmette farklı metodoloji uygulamıştır. b ve c ayaklarını ölçü olarak göz önüne almamıştır.

      Kendini tanımlama: Bediüzzaman; Nur Talebesi, Nurcu sözünü açıklıkla kullanırken Gülen Hareketi yüksek sesle Bediüzzaman ve Risale-i Nur tanımlamalarından kaçınmış ve sürekli Fethullah Gülen’i ön planda tutmuştur.

      Kitapların korunması: Bediüzzaman eserlerini hayatında Türkçe harf karakteri ile bastırmış ancak açıklayıcı ve sadeleştirici metin (text) değişikliğini istememiştir. Gülen Hareketi sadeleştirmeyi orjinali yerine geçecek biçimde yaparak basımını gerçekleştirmiş, varislerinin muhalefetine ve fikri te’lif haklarının müsade etmemesine rağmen Risale-i Nur eserlerinin temel yapısı ile oynamıştır.

      Kişisel bağlanma: Gülen Hareketi Bediüzzaman’ı vazifesini tamamlamış bir din büyüğü olarak görmüştür. Diğer Nur Hareketleri ise Bediüzzaman’ın eserlerine bağlılığı yeterli görerek sadakatlerini devam ettirmişlerdir.

      Devletle ilişki: RN Hareketinin orijininine sadık gruplar aktif siyasete mesafeli olmuşlar, cemaat adına devlet talebi ve siyasi talepte bulunmama ilkesine hassasiyet göstermişler. Bediüzzaman ve yakın talebeleri siyasete girmek isteyen kişilere sadece kendileri adına girmeleri yönünde telkinde bulunmuşlardır. Siyasette ilişkilerini görüş verme sınırları içinde tutmuşlardır. Dini değerlerin canlanmasına ortam hazırlama kapasitesindeki her siyasi hareketi desteklemişlerdir. Gülen Hareketi ise hiyerarşik bir yapılanma içinde aşırı büyüme arzusu ile kendinden olanı liyakata bakmaksızın tercih eden bir kadrolaşmaya girmiş devleti yönetmeye talip olmuştur.

      Açıklık ve şeffaflık: Bediüzzaman’ın metodu üzere giden gruplar açıklık ve şeffaflıktan çekinmemiş gizli servislerin elemanı olduğunu bildikleri kişilere bile kapılarını açmışlardır. Açık grup olmaya özen gösteren Bediüzzaman’ın tersine Gülen Hareketi ise özel güvenlik alanları oluşturup ‘kapalı bir grup’ olmuştur.

      Doğruluk anlayışı: Bediüzzaman eserlerinde ve yaşayışında doğruluk, yalan söylememek gibi ilkelerden hiç vazgeçmemiş, yargılanırken dahi yalana başvurmamıştır. “En büyük hile hilesizliktir” sözü meşhurdur. Gülen Hareketi ise ‘faydacı ve fırsatçı’ denilebilecek güven vermeyen yöntemleri doğallaştırmıştır. Zengin, şöhret ve başarı tutkunluğu ile ayrımcılık yapmıştır.

      Güç odakları ile ilişki: Bediüzzaman hayatının hiç bir döneminde güç odakları ile pazarlık iması dahi olabilecek davranışlara girmemiş, 28 yıl sürgün yaşadığı ve 18 defa zehirlendiği halde Türkiye’yi terk etmemiştir. Sayın Gülen ise 15 yıldır yurt dışında kalmaya devam etmekte, İsrail lobisinin siyasetine paralel söylem ve duruş göstermektedir.

      Din ve siyasi güç ilişkisi: Bediüzzaman “Dini siyasete alet ediyor” iddiası ile ilgili sayısı 700’ü geçen davalarında en son 1973 olmak üzere beraat etmiş kitapları iade edilmiştir.17 Aralık 2013’ten sonra yaşanan siyaset-cemaat tartışmalarında Bediüzzaman’ın resmi vesayet verdiği talebeleri ve diğer Nur Hareketi gruplarının siyasi duruşu farklı olmuştur. “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” diyen Bediüzzamana uygun olarak siyasi ilgileri ikinci planda kalmış ilgilendiklerinde de  meşru hükümeti savunma şeklinde olmuştur. Mevcut hükümeti mümkün olanlar içerisinde en iyisi olarak ele alarak değiştirme gerekecekse bunun seçimden seçime olağan işleyişle olmasını savunmuşlardır. Gülen cemaati ise siyasi bir hareket gibi davranarak bütün varlığı ile devleti yönetme talebi ile topyekün mücadele sergilemiştir.

      Stratejik hedef: Bediüzzaman’ın stratejik hedef olarak “süreç ve vazife odaklı” olduğu, sonucu ilahi iradeye bıraktığını İhlas Risalesi’nde yazdığını ve uygulamada da bunu hayata geçirdiğini görüyoruz. Maksat olarak Allah rızasını gaye edinmiştir Ancak Gülen Hareketinin ise söylemde böyle olduğu ancak tatbikatta stratejik olarak “sonuç odaklı” olduğu, uyguladığı gizli gündemli metodolojiden ve büyüme arzusundan anlaşılmaktadır. Gülen cemaatinde Allah rızası anlayışının Allah adına liderlik anlayışı ile karıştırıldığı görülmektedir.

      Dünyevîlik-uhrevîlik farkı: Kemiyet, keyfiyet bakışını da belirleyen bir farktır. Bediüzzaman en yüksek değer olarak ihlası almış, ihlasa aykırı olan maddi zenginliği, takipçi olanın çokluğunu reddetmiştir. Uhrevi bir cemaat olmaya itina göstermiştir. Gülen Hareketi ise ihlası ikinci plana almış adanmışlık adı ile itaati ve daha çok çoğalmayı yüceltmiştir. Dünyevi bir cemaat olmayı önceliklemiştir. Bu esas açısından temel bir fark olmuştur.

      Diğer dini cemaatlerle ilişki: RN Hareketi İhlas Risalesi’nde yer alan “Hak sadece benim mesleğimdir dememelisiniz” düsturuna uymayı tavsiye ederken Gülen Hareketi diğer dini cemaatlere uzak, yukarıdan bakışlı, mesafeli durmuş ve işbirliğinden kaçınmıştır.

      Zulme karşılık verme biçimi: Bediüzzaman vefatı öncesi Urfa’ya vuslat yolculuğuna çıkarken söylediği son sözler “Beni anlayamadılar” olmuştu. Her iktidar tarafından zulüm, eziyet, hapis ve en azından mecburi ikamete mecbur edildi. O büyük imamların yaptığı gibi itiraz etti ama isyan etmedi. Gülen grubu ise maalesef zülme uğradığını düşünerek 28 Şubat 1997 “medya, asker, yargı” darbesini hatırlatır “medya, polis, yargı” darbesi diyebileceğiz girişimlerde bulunmaya devam ediyor. Karşısında güçlü bir liderlik bulunmasaydı şu anda Türkiye kaos yaşayacaktı. Kaldıki karşısında isyan edilecek bir kadro da yoktu.

      Bediüzzaman gelenekle geleceği birleştirmiş İslamla demokrasiyi mezcetmişti.

      Büyük İmamlar ne yapmıştı?

      Hanbelî, zalim hükümdarlarla ilgili hadisleri neşrettiği için, Hanefî; katl fetvası vermediği için, Malikî baskı ile boşanmanın geçersiz olduğunu  söylediği için, Rabbanî ordu içinde müridleri var şiayı tenkid ediyor denilerek işkence, hapis ve sürgüne maruz kaldılar. Şafî; ilmi tenkitleri nedeniyle idamdan dönmüştü. Bütün imamlar zaman üstü olarak anlaşmışlar gibi itirazlarından vazgeçmediler ama isyan da etmediler.  Bediüzzaman kendi döneminde farklı fikirlerini, itirazlarını yazılı olarak neşretti hapse razı oldu ama vatanını terk etmedi, itirazını isyana çevirmedi. “Dahilde cihat maddi olmaz manevi olur” diyerek fikir mücadelesi yaptı. Bu sosyal duruş İslam dininin şiddete izin vermediğinin canlı bir duruşu ve bence demokrasi dersi idi.

       

      BAŞARI KÖRLÜĞÜ

      Görüldüğü gibi aralarında önemli farklar olan dini cemaat ve gruplar müştereklerini bir kenara bırakarak birbirlerine benzemeyen özellikleri üzerinden çatışmaya girmişlerdir. Bu çatışmayı maksimize eden üçüncü taraflar vardı ve yaşananları bir proje olarak düşünmek gerçekçi bir değerlendirme olacaktı.

      Çözüm olarak hiç bir dînî cemaatin, zulme de uğrasa, açık açık yolsuzluk vakaları dahi olsa, meşrû iktidara savaş açma hakkı yoktur, silahı  toprağa gömen taraf Gülen cemaati olmalıydı.

      Psikolojik savaş stratejistlerinin en çok kullandığı özellik olan “Narsizm”dir. Yani kendini özel, önemli, ayrıcalıklı ve üstün görmek. Hem cemaat narsizmi hem de yöneticilik narsizmi haddi aşmaktır ve bir çeşit zulümdür. Buna başarı körlüğü ve başarı hastalığı da diyebilirsiniz.

      Siyasi iktidar ise ihanete uğramanın asabiyeti ile adaletten sapıp sapmama sınavı ile karşı karşıyadır. “İnsanların size itaat etmesini istiyorsanız onlara adaletli davranınız.” diyen semavi öğretileri hepimizin hatırlamasında fayda var.

      İtirazı isyana çeviren de, tedbiri adaletsizce yapan da sınavı kaybeder. Hepimiz son olaylarda nerede durduğumuzu sorgulamalıyız.

      Vesselam.

      Prof. Dr. Nevzat Tarhan 

      Kaynak : Haber7