Said Nursi'yi KİBİR ile istismar ettiler, ahlak eşiğini aştılar

17 Aralık operasyonu ile başlayıp 25 Aralık'ta gerçekleşen vesayetçi girişimle devam eden sürecin ardından Risale geleneğinin sadık bir takipçisi olan Metin Karabaşoğlu önemli açıklamalarda bulundu.

karabasoglu: said nursi'yi istismar ettiler

17 Aralık operasyonu ile başlayıp 25 Aralık'ta gerçekleşen vesayetçi girişimle devam eden sürecin artçı şokları sürüyor. Hükümet, dış destekli paralel yapılanmaya ve darbe girişimine karşı seri tedbirler alırken vesayetçi odağın yeni sabotajlarını boşa çıkaracak hamleler yapmaktan da geri durmuyor. Türkiye'ye ve meşru hükümete yönelik girişim, ister istemez gözleri Gülen'e ve cemaatine çevirmekte. 17 ve 25 Aralık tertipleriyle Türkiye'yi kaosa itmeye çalışan bu yapının Bediüzzaman ile ilintilendirilmesi sebebiyle hem bu ilişkiyi hem de 17 Aralık'tan itibaren yaşananları Metin Karabaşoğlu cevapladı.

Hükümet tehlikeyi daha önce fark edemedi mi?

Gerginlik 'MİT krizi'nden beri mevcut aslında. Fakat hükümet şimdiye kadar, cemaatin tavrı karşısında 'muhatabımız son tahlilde aklıselim sahibi dindar insanlar' şeklinde bir itimatla hareket etti. Buna karşılık diğer taraf her defasında daha güçlü bir vuruşa hazırlanma çabası içinde oldu. Ve bunun sonunda da 17 Aralık yaşandı. Hükümet de bu olaydan sonra, 'Bu kadar hüsnüzan yeter. Artık ne yapılması gerekiyorsa yapılacak' kararlılığına ulaştı. Başbakan Erdoğan, Gezi olaylarında da gördüğümüz 'gerilim karşısında geri adım atmama' üslubuyla hareket ediyor.

Cemaatin böylesi bir tavır içinde olabileceğine kimse ihtimal vermiyordu. Cemaat bir hizmet hareketi değil miydi?

MİT krizi sırasında bir yazımda, 'Dinî bir hareket, siyasete bu kadar bulaşırsa, dinî hareket olarak bitmiştir. O andan itibaren o hareket, siyasi bir harekettir' şeklinde bir tespitte bulunmuştum. İnsanlar Gülen hareketine devlet içinde gizli gizli kadrolaşsınlar, kendileri dışında hiç kimseye müsaade etmesinler, 'her yer öylesine kontrolümüzde olsun ki, hükümete bile bizim isteklerimizin dışına çıktığında hukuk dahil her türlü enstrümanla mukabelede bulunabilelim' desinler diye destek vermedi. Cemaate verilen desteğin sebebi, bugün yaptıkları değildir. Bu hareket meşruiyetini dinî hizmet ediyor olmasından almaktaydı ve şu an bir meşruiyet krizi ile karşı karşıyalar.

HÜKÜMET YARA ALIR AMA...

Ya Başbakan? Onun duruşunu nasıl görüyorsunuz?

Başbakan, halktan aldığı yetkiye dayanarak bir siyasetçi gibi davranmaktadır. Oysa cemaat, dinî hizmet diye yola çıkıp meşru hükümete vesayetçi bir anlayışla yaklaşacak noktaya gelmiştir. Elbette hükümet, siyaset bundan yara alacaktır. Ama zaman içerisinde kendini toparlar. Öz olarak söylemek gerekirse, 'hükümet yara alır, ama cemaat ölmüştür'.

Cemaatin ölmesi ne anlama geliyor?

Cemaatin kurumları kapsamında çalışan, hayatlarını bu şekilde idame ettiren insanlar var. Bu insanlar elbette bu yolda devam edeceklerdir. Ama halkın geniş kesimlerinden kopmuşlardır. Kendileri dışındaki herkesi, her cemaati ve yapıyı ötekileştirmekten de öte şeytanlaştırıcı dilleri ister istemez onları marjinalleştirecektir. Bundan sonra eski dillerine dönseler bile, artık inandırıcı olmayacaktır. Bu anlamda 'büyü bozulmuştur'.

RİSALE İSTİSMAR EDİLİYOR

Bu süreçte neredeyse bütün dinî gruplar Başbakan Erdoğan'dan yana oldu ve Gülen'e uyarılarda bulundular. Cemaat neden bu uyarılara kulak vermedi?

Cemaat kendisini ümmetin üstünde özel bir konumda görüyor. Bu yüzden de ümmetin uyarılarına aldırış etmeme hakkını kendilerinde buluyorlar. Şu da var: Kişi ve yapı olarak kendisini ümmetin üstünde gören bu psikolojide olduğunuzda birtakım güçlerin manipülasyonuna da açık hâle geliyorsunuz.

Gülen hareketi ile Bediüzzaman'ın Risale çizgisi arasında nasıl bir ilişki var?

Bediüzzaman'ın da, Gülen hareketinin de yaptıkları ortada. Fethullah Gülen, genç yaşında Bediüzzaman'dan haberdar olup Risale okumuş bir isim. Ama 1971'de İzmir'de sıkıyönetim şartlarında tutuklanmış ve mahkemede Risale-i Nur'un hukukunu savunması beklenirken Risale talebesi olduğunu reddederek kendisini bir vaiz olarak tanımlaması, Nurcu olmadığını söylemesi Risale-i Nur hareketiyle ayrışmanın asıl noktasıdır.

Bu ayrışmadan sonra durum nasıl gelişti?

Sürecin devamında Fethullah Gülen Risale okutsa da, Bediüzzaman'ın ismi pek geçmez. Gülen hareketinin Risale-i Nur ile ilişkisi şu aşamalardan geçmiştir. Önce Risale-i Nur dairesinde hizmet. Daha sonra ayrışma. Bunun ardından Risale-i Nur'dan istifade edilmesi. Peşinden Risale-i Nur'u isti'mal ve hatta son olarak onu istismar...

ASLOLAN SEVGİ DEĞİL ÇIKARMIŞ

Cemaatin hükümete yönelik öteden beri bir gizli ajandası olduğu ve bunu ustaca sakladığı yorumları yapılıyor. Katılıyor musunuz?

Bediüzzaman, 'Aldanırız, ama aldatmayız' der. Aldanma ihtimalini göze alarak ve hüsnüzannımı koruyarak, gizli ajandadan ziyade, hizmet adına girilen yanlış bir yolun süreç içerisinde küresel bir güç tarafından manipüle edildiğini düşünüyorum. Cemaate sızma olduğundan söz ediliyor sık sık. Her yapıya sızma olabilir. Ama eğer cemaate yönelik sızmanın adresi merak ediliyorsa, bunu Hocaefendi'yi Amerika'ya gitmeye ikna eden çevrede aramak gerekir. Bence Hocaefendi, birileri tarafından kuşatıldı veya ele geçirildi.

Çok yakın bir zamana kadar Erdoğan'a övgüler dizen hareket, şimdi hiçbir kural tanımadan saldırıyor. Bu trajik değil mi?

Gördük ki, Fethullah Gülen ve camianın üst yapısı, insanları kalpten değil, projeleri için kullanışlı unsur olarak sevmişler. Yoksa, bir insanın, geçmişte sevdiği veya seviyor göründüğü bir kişiyle ilgili fikrinin bu kadar hızlı değişmesi anlaşılabilir değil.

Tarihi günlerden geçiyoruz. Bugünle ilgili olarak tarihe hangi notu düşersiniz?

Türkiye sadece Türkiye değil. Tayyip Erdoğan da, sadece Tayyip Erdoğan değildir. Türkiye'nin son on yıllık performansı, tüm Müslümanlar ve mazlumlar için bir ümittir. 'Böyle bir dünyaya mecbur ve mahkum değiliz' direnişinin sembolü Türkiye'dir. Şu anda yeni bir dünyanın kurulması mücadelesi veriliyor. Cemaat, yeni dünya imkanı için gereken mücadelenin başarıya ulaşmayacağını veyâ bu tarafta yer alırsa, çok büyük bir bedel ödeyeceğini düşünüyor. Ama bu mücadele devam etmeli. Türkiye'deki bütün yapılar da bu milli mücadelede Erdoğan'ı desteklemeli...

AHLAKİ EŞİK AŞILDI

Cemaati iyi tanıdığını söyleyen, onlarla temasta olup faaliyetlerine destek veren kimseler bile şaşkın. Siz cemaatin giriştiği bu iktidar kavgası karşısında şaşırdınız mı?

Ben şaşırmadım. On yıl kadar önce cemaatten bazı arkadaşlar kendilerine ilişkin görüşlerimi öğrenmek üzere geldiklerinde onlara şöyle söylemiştim: 'Türkiye, Kemalist vesayetten kurtulmalıdır. Ama bu olurken başka bir vesayete girmemelidir. Kemalist vesayetle Gülenci vesayet arasında tercih yapmak zorunda kalsam, Kemalist vesayeti tercih ederim.'

Niçin?

Çünkü Kemalist vesayet bana dindar olduğum için baskı uyguluyor. Oysa Gülenci vesayet, kendisinden farklı bir duruş sergilemem dolayısıyla, benim dindarlığımı da sorgulamaya açar, imanımı, itikadımı sorgular.

ZAYIFKEN BARIŞÇI GÜÇLÜYKEN KİBİRLİ

Şaşırmama sebebine gelirsek...

Şaşırmamamın birinci sebebi, cemaatin sert iktidar dilidir. Bana göre bir yapıyı değerlendirmede en temel kriterlerden birisi, o yapının zayıf iken değil, güçlü iken kullandığı dildir. Otuz senelik tecrübe sonrasında, zayıfken mütevazı, barıştan söz eden, uzlaşmacı olan bu yapının kendini güçlü hissettiğinde nasıl hegemonyacı, tepeden bakan, mutlak iktidar arayışında olduğunu gayet iyi biliyorum. Başbakan'a yönelik tavır da aslında budur. Şaşırmamamın ikinci sebebi, bu yapının mutlakçı ve hegemonik bir dile sahip olması, hakikati ve hakikate hizmeti kendi tekelinde görmesidir. Cemaatin bu son olaylardaki tek bir tavrına şaşırdım.

Nedir o?

Kur'an bizden, ayrışmalarda bile ahlaki çizgiden sapmamamızı ister. Cemaatin hükümetle ve diğer yapılarla ayrışırken, manipülasyona, yalana, iftiraya, yok etme çabasına bu kadar hızlı başvurması; diğer cemaatlerden yapılan uyarılara kulak vermeyip adeta gözü dönmüş bir biçimde saldırırken ahlaki eşiği bu kadar hızlı biçimde aşması beni şaşırttı. Bu kadarını beklemiyordum.